31 Aralık 2013 Salı

İstanbul'da Kar Sarıkamış'ta Bahar
Kar yağıyor İstanbul’da! Gecelerin karanlığını pırıltılı bir aydınlığa bürüyor düşen kar kristalleri. Nasıl da sessiz, içten, bir beyaz ağıt gibi her biri. Hüzünlü bir yalnızlığa gömülür gibi masumca düşüyor… düşüyor…

İstanbul’da kar! .. Oldukça romantik sıcak evlerinde pencereden seyredenler için…hele kartopu oynamaya can atan afacanların keyfine ne demeli? Her bir parlak kristal uçuşarak inişinde tarif edilmez esrarlı duyguları içimize serpiştirmede.

Ama ben İstanbul’dan çok uzaklara gidiyorum bu sessiz sedasız inen beyazlıklara takılıp. Kartanelerinin kara toprağa her inişinde maziye dönüyor yüzüm.
Yağan karın donmuş kesimlerinde buzlaşan kaygan zeminde kayarcasına. Maziye yürüyorum.. Ellerim üşüyor, yüzüm üşüyor, yüreğim üşüyor… üşüyor…

Şanlı Türk Askeri geliyor gözlerimin önüne. Atalarım geliyor. Kar altında yazlık kıyafetler içinde hedefe yürüyen…Elleri silah kabzalarına yapışmış, gözleri buz kesmiş, “Vatan Kutsal” demiş gencecik yiğitler… Kanım kaynıyor birden, damarımda kaynayıp coşuyor…coşuyor…

Kartaneleri düşmeye devam ediyor İstanbul’da…ağaçlara, evlerin çatılarına, ormanların efsunlu görkemine, çocukların düşlerine, gençlerin aşklarına… kimbilir ne hisleri taşıyor gizemli alemlerden yağdığı her gönüle? Pırıl pırıl kristal parçacıkları beni alıp götürüyor, kilometreler ötesine, zamanın gerisine… Sarıkamış’ta Allahüekber dağlarına…ruhumu bedenimden söküp cephane gibi taşıyor…taşıyor…

Ve bir efsane yaşıyor Allahüekber dağlarında! .. Kara yenik düşmüş ama imanı ve azmini, Vatan sevgisini abideleştirmiş Sarıkamış Şehitleri’nin efsanesi! Yürü denilip yürüyen, şehadete çağrılıp koşarak giden, bembeyaz kar taneciklerinin romantizmini hissedemeyen…Ama insan olmanın en ulvi mertebesine ulaşabilen geçmişten geleceğe ilelebet devam edecek bir kutlu millet…Ve ölmenin emredildiği, ölerek dirilmenin cevherini kavramış Mehmet! Yaşıyor…yaşıyor…

Gelincikler açıyor şimdi karlarda. Kardelenler misali, şehitlerin kanından beslenen kırmızı gelincikler. Bahar aylarında sanırız onların açışını bizler. Oysa her bahar ve her kar gelinciklerin daha da kızardığına şahit olur gören gözler.

Kar yağıyor İstanbul’da…Kartanecikleri götürüyor bizi uzaklara…Orada bir millet yaşıyor… Bakın dikkatle; her biri kırmızı gelincik olmuş açıyor… Sarıkamış Şehitleri Allahüekber Dağları’nda nöbette…her biri kardelen olmuş, gelincik olmuş açıyor…açıyor.
 
Meryem Şahin
 

24 Aralık 2013 Salı

vefaya güzelleme 
ey vefasız artık gözyaşım hiç akmayacak
kızlar serencama türküler yakmayacak 
kapattım gözlerimi efsunlu bakmayacak
gül oyna artık kalbim seni takmayacak
M.Ş.

18 Aralık 2013 Çarşamba

ESKİ SAATLER VE BEN 
saatleri çevirdim de biraz geriye 
neler anlattı tik tak lar bu akşam vaktinde
kaybolmuş ruhumun derinlikleri idi üşüyen 
eski saatlerin cılız tik taklarında dinlenen 

sokağın ışıkları da titrek bakmada
saatler günlere günler aylara akmada 
kayıp figürlerin içinde gizli kimliğim 
çıkarıp silkelemeliyim 
eski saatlerden zamana geri döner mi bilmem
Meryem ŞAHİN
KARTANESİ

aslında ben sessiz bir kartanesiyim düşen gökyüzünden. 

elllerinde üşüyen, gözlerinde gizlenen. 

sessiz çığlıklar içinde 

ben bir kartanesiyim düşerken çığ gibi büyüyen

M.Ş. 18 ARALIK 2013

8 Aralık 2013 Pazar

MUŞTU

gün eksilirken geceden, bir muştu gelsin göklerden yüklensin erdemi sabah meltemi gibi dokunup yüreğimize hayalden parmaklarıyla
ARALIK 2013

GENÇ MÜSİAD KONGRESİNİN İZDÜŞÜMLERİ

4. GENÇ MÜSİAD KONGRESİNİN  İZDÜŞÜMLERİ
6 Aralık 2013 Cuma günü Genç Müsiad İşadamları’nın kongresi Haliç Kongre Merkezi’ne yapıldı. Toplantıya Körfez ülkelerinden olduğunu öğrendiğim Arap ülkelerinden katılımcıların çok olduğu dikkatimi çekti. Bir başka dikkat çekici şey de üniversite öğrencisi gençlerin başörtüsü sorununun aşılmış olduğu bir ortamda sayıca fazla olması idi. Belli ki geleceğimizin ümidi gençlerimiz geleceklerini iyi yönetebilmek adına bilgi ve paylaşım için oradaydılar. Onların gözlerindeki ışıltıyı görünce bir kez daha ümitvar oldum, mutlu oldum.
Kongre konuşmacıları da birbirinden değerli kimseler idi. Avrupa Bakanı Egemen BAĞIŞ Beyefendi ‘nin konuşmasında molotoflu gençler değil Müsiad’lı gençler görmek isteyenleri saygı ile selamladığını söylemesi önemli idi.
Müsiad’lı gençlerin ülkemizin geleceğine yön vermesi beklenen bir durumdur. Doğaldır. Fakat yönün ne tarafa olacağı  geminin karaya oturmaması bakımından hayati anlam taşıdığından onlara düşen sorumluluk oldukça büyük görünüyor.
Gidilecek yol haritasını çizmek bakımımdan Ekonomi Bakanı Zafer ÇAĞLAYAN’ın ifadeleri de genç girişimciler için önemli bir kılavuz niteliğinde idi. Risk olmadan rızık olamayacağını belirten ÇAĞLAYAN, önceki dönemlerdeki gibi zengin olmanın yolunun devletin kasasına el atmak olmadığını, bugün artık zengin olmanın yolunun helal kazançtan geçtiğini alın terinin önemli olduğunu belirterek gençlere ufuk açıcı bilgiler verdi. Başarılı olanların alın teri döken ve işi en iyi yapanların olduğunu belirtti.
MÜSİAD Genel Başkanı Nail OLPAK  genç girişimcilere helal kazancın ve kanaatin önemini vurgulayan sözleri ile yol gösterici oldu. Rızkın 9/10 u ticarette olduğu ama bu ticaretin nasıl yapılması gerektiği nin de Sevgili Peygamberimizin bildirdiği şekilde  dürüst ticaret, helal kazanç ve kanaat ile olması gerektiğini genç Müsiad mensuplarının bu düsturları sahiplenerek yol alması gerektiğini belirtti.
Ülkemize yön verecek olan genç girişimcilerin ticaret yaparken önce dürüst olmaları gerektiği, sonra helal kazancı hedeflemeleri ve kanaat kavramına hayatlarında yer vermeleri gerektiği, sonucun bu şekilde uygun ve olumlu hale geleceği sonuçlarının çıktığı kongrenin birinci günü bir toplumun temelinin atılmasında en önemli faktörün üzerine parmak basıldığını gördüm.
Zira vücudumuza girenler orantısında hal ve hareketlerimizin şekilleneceği, yaşamın buna göre hal alacağı İslam anlayışının içinde önemli yer tutar. Yediklerimiz helal olursa hareketlerimiz yaşantımız hayırlı neticeler verir.
Kongrenin hayırlara vesile olacağını ümidediyor, gençlerin risk, rızk ikilemi içinde kanaat ve cömertlik kavramlarını da yaşamlarına sokmalarını diliyorum.
Meryem ŞAHİN – 06.11.2013


AMACINI AŞAN ŞEYLER

AMACINI AŞAN ŞEYLER
Gündemdeki son konulardan biri bilindiği gibi Danıştay 8. Dairesinin başörtüsü ya da başörtülü lehine vermiş olduğu karardır.
Çiçeği burnunda avukat Saliha Merve KAYA çok  mutlu olduğunu belirttiği kararın verilmesine vesile olmuş ve kendisi ile birlikte başka hemcinsi olan meslektaşlarına da başörtülü şekilde mesleklerini icra etmelerinin yolunu açmış oldu.
Uzun yıllardan beri tartışıla tartışıla bir türlü çözülemeyen , kimbilir kaç genç kızın  hayallerinden öteye gidemeyen başörtüsü ile kamusal alanda bulunabilme ve mesleklerini icra edebilme yetisi bazılarının gözlerinde yaş, bazılarının ömrü boyunca verdikleri bir savaş olarak kalmıştı.
Hele haddini aşıp herşeyi ben bilirim, zaten yetki de bendedir diyen insanların varlığı olduğu sürece bu tür sorunlar çözülmek yerine çığ gibi büyümekten başka ne hal alabilir veya alabildi ki?
Danıştay 8. dairesi başörtülü avukatın lehine karar verirken gerekçesini ise şöyle açıklamış:
“Avukatlar, Anayasa’da yapılan kamu görevlisi tanımı içinde değerlendirilmektedir. Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ancak bu maddelerde belirlenen sebeplerin varlığı halinde özlerine dokunulmaksızın kısıtlanabilmesi mümkündür. Dava konusu yönetmelikte, dayanağı kanunda yer almayan bu ibareye yer verilmek suretiyle kanunun amacını aşan nitelikte bir düzenleme yapılmıştır.”
Amacını aşmak ifadesi beni yeni genç kızlığa adım attığım dönemlere yıllar öncesine götürdü. Konu yine başörtüsü.
Anadolu’nun bir ilinde küçük bir sağlık sorunum nedeni ile orada bulunan Devlet Hastanesi’ne gittim. O zamanlar özel hastaneler, sağlık imkanları yoktu elbet. 12- 13 yaşlarındayım. Kuran-i Kerim eğitimi verilen bir kursa devam ediyorum. Başımı yeni kapatmışım ve bu halimle çok mutluyum. Düz renk uçuk mavi bir başörtü taktığımı hatırlıyorum o gün. Özenle ütülenmiş belki 15 dakika ayna karşısında düzeltilip en uygun hale geldiğine kani olduktan sonra iğnelerle tutturulmuş sade ama güzel daha doğrusu güzel görünen bir başörtüsü var başımda.
Doktor beni muayene odasına aldı. Gayet sakin ve yumuşak bir ses tonuyla başörtünü çıkartmalısın önce dedi. İstemesem de doktorum dediğine uyarak çıkartıp masaya koydum. Belli ki başımdan başlayarak beni muayene edecekti. Hasta yatağına alıp birkaç dokunuşla ve bir iki aletle muayene işlemini yaptı. Ben hala bekliyorum. Başımı ne zaman kontrol edecek ya da nasıl bir uygulama yapacak ki hastalığımı teşhis edecek? Derken
-Tamam kalkabilirsin dedi.
- Ama başım? Dedim.
- Tamam başörtünü takabilirsin dedi.
O anda o yaşımda nasıl aldatılmış, aşağılanmış, tuzağa düşürülmüş hissettiğimi ifade edemem!
Muayenenin başımla ve başörtümle hiçbir ilgisi yokmuş meğer!
Sadece doktorun başıyla, başının içindekiyle ilgisi varmış. Ama iş işten geçmişti. Doktor başörtülü bir hastaya genç kızlığa adım atmış bir çocuk ta olsa tahammül edemezmiş meğer. Sebep sadece buymuş.
Yani amacını aşan bir muamele ile karşı karşıya kalmışım.
O doktor gibi amacını aşan o kadar insan var ki! Ya da kurum, kuruluş. Örneklemeye kalksak bir hayli çıkacaktır. İşte Saliha Merve KAYA örneğinde olduğu gibi.
Ama zararın neresinden dönülse kardır deyip sevinecek durumdayız artık. Sadece başörtüsü takıyor diye okulundan, işinden, bulunması en doğal hakkı olan çevreden uzaklaştırılan bunun acısını yaşadığı travmayı hayatı boyunca üzerinden atamayan kadınlarımızın kızlarımızın sayısı küçümsenecek kadar az mıdır?
Ya da bu ülkenin evladı olan hemcinslerim 3. Sınıf insan muamelesi görecek ne suç işlemişlerdi?
Evet zararın ya da yanlışın neresinden dönülse kardır sevincini yaşamak sanırım daha yerinde olacaktır. Bu karar sonrası ve ilerisi için. Kararın hayırlı ve sürekli olmasını diliyor, amacımızı aşmadan hareket etmenin gerekliliğine bir kez daha yürekten inanıyorum.
Meryem ŞAHİN  - 13 Kasım 2013


ÖĞRETMENLER GÜNÜ ÜZERİNE HASBİHAL

ÖĞRETMENLER  GÜNÜ ÜZERİNE HASBİHAL
 Ülkemizde birçok gün belirleme alışkanlığı vardır ve bu durum bazan tartışmalara esprilere de konu olmaktadır. Bunların bazıları bizim kendi öz kültürümüzden kaynaklanmakla birlikte bazıları da bizim dışımızdaki kültür empozesinin birer neticesidir. Elbette iyisi de vardır ama bize uymayan kültür, inanç ve anlayışımıza ters düşen günler de yok değildir.
İşte bu günlerden biri de Öğretmenler Günü olarak belirlenmiş ve kutlanmaktadır. Tarih olarak ta Kasım ayının 24ü uygun görülmüştür. Bu özel gün tüm ülkede öğretmenlerimizi anmak, saygıda biraz daha itina göstermek, öğretme eyleminin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak gibi çeşitli duygu düşünce ve harekete vesile olmaktadır.
Çocuklar okullarda öğretmen olma hayallerinin zirvesine çıkarlar o gün. Öğretmenler ince ruhluluğun en incesini gösterirler.
Ebeveynler o gün öğretmene verilecek hediyenin ne olacağını günler öncesinden belirlemişlerdir bile. Özenle hazırlamışlar cicili paketlere sarmışlar öğretmenin beğeneceğini ümit ederek o günü beklemektedirler.
En güzel hediye kendi çocuklarının öğretmenine sunacağı hediye olmalıdır çünkü. Hayattaki yarışın buradaki bir küçük noktası değil midir bu da?
Şiirler öğretmene yazılır, şarkılar öğretmene söylenir. Gündem öğretmenler üzerine konumlandırılır. O günkü hayatın odak noktası öğretmendir.
 Aslında insan yaşamının odak noktası öğretmen ve öğrenmek değil midir? Onları anmayı, saymayı, sevmeyi, yüceltmeyi tek bir güne sığdırabilir miyiz? Kölesi olunmaz mı inancımızda öğretmenin?
Şarkılara da konu olduğu şekliyle 29 kere 40 yıl kölesi olunmaz mı öğretmenin?
Öğrenmenin ve öğretmenin önemi o kadar büyüktür ki; öğrenilecek şey Çin’de bile olsa gidip alınması gereken değerli bir hazinedir.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor bizi yaratan. Bilmeyi bildirenler ne kadar değerlidir o halde?
Öğretmen olabilmek te ayrı bir meziyettir elbet. İki kere iki değildir öğretmenin öğretmesi gereken. A ve B yi öğretmek değildir istenilen kendisinden.
Bir hayatı, yaşam felsefesini,  dik duruşu, en önemlisi de karakter eğitimini verebilmektir öğretmenlik.
Bunu verirken de iyi bir örnek olabilmektir.
Okul bahçesinin yakınından geçerken çığlık çığlığa bağırarak körpe çocuklara emirler yağdıran, sıraya girmekte geç kaldı diye 3. Sınıf öğrencisinin karşısında sinir krizi geçirerek tokatlayan…kişileri görmüş olabilirsiniz sizler de.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.  Sözlü şiddet uygulayan hareketiyle çocukları incitecek tavırlar sergileyen öğretmenler de yok değil.
Öğretmenlik mesleği en ulvi mesleklerden biridir. Özveri ister. Sabır ister. Hoşgörü ister. Empati ister. Şefkat ister. Olgunluk ister.
Evet bizler ülke olarak her yıl yine Öğretmenler Günü’nü kutlamaya devam edeceğiz. Bunu da severek sevinerek yapacağız. Öğretmenlerden tek ricam; ne olur sizler de “öğretmen” olun. Eğitmen olmayın sadece. Öğretin çocuklarımıza hayatı, iyiyi, kötüyü, eğriyi, doğruyu… Gereken herşeyi.
Sevin çocuklarımızı. Sevin onları hatalarıyla kusurlarıyla. Sevmezseniz ezber bir eğitimden başka bir sonuç alamayız. Alamazsınız. Sevgi herşeyin başı. Sevgi çocuklarımızın en tatlı aşı. Sevgi kapalı kapıları açan sihirli anahtar. Sert emirlerle  değil, şefkatli eller olup uzanın yavrularımıza. Onlar size emanet. Onlar bu vatanın geleceği. Onlar geleceğin işlenmemiş hamurları. Sizin ellerinizde şekillenecek. Onlar geleceğin fidanları. Sizin maharetinizle gül verecek. Ya da kaktüs dikeni olup ellerimize yüreğimize saplanacak.
Öğretmenler Günü size bize çocuklarımıza vatanımıza milletimize kutlu olsun. Tüm insanımız bu kutlu günde mutlu olsun.


Meryem ŞAHİN - Kasım  2013 

25 Eylül 2013 Çarşamba

UMUDUM 
erguvan renkli rüyalar devşirdim sana 
leyli hasretler yüklü sırtında
eylül zamanlarından bir sabah 
sararmış yüzüyle mütebessim 
bahara açılan bir kapıdır umduğum 
herkese sana bana ayışığına
Meryem ŞAHİN / 25.09.2013

24 Eylül 2013 Salı

Akşamca

tepeleme doldurup gözyaşlarımı 

sırlı şişelerde sakladım
bir göktaşı bekler ki
kırılsın/ her biri tohum olsun 
en gizil yerinde çiçeklere duracak
ve ulaşacak en uzak köşelerine kokusu göklerin
Meryem ŞAHİN / 22.09.2013

19 Eylül 2013 Perşembe


GAZİYE METHİYE
Can nedir kan nedir bu vatan uğruna
Ölüp te ölmeyen olalım demiş atamız bizim
Geçmiş faninin kapısından alem-i ebede
Yeter ki vatan sağolsun demiş atamız bizim

Kalanlar gazi gidenler kutlu bir şehit
Haydi candan geçelim demiş atamız bizim
Gazinin gözü kalsa da o mertebede
Şehadete  soyunan soyludur şimdi atamız bizim

Meryem ŞAHİN / 19.09.2013

18 Eylül 2013 Çarşamba

BİZ
Zalimin elinde kılıç olmayız biz.
Haklının yanında asla zeval bulmayız biz.
Güller gibi acilir hic te solmayiz biz.
Gün gelecek gün geçecek doğan güneşiz biz.
Meryem ŞAHİN / 22.06.2013


DERLER
Yagmasan da gurle derler.
Bilmesen de oyna derler.
Ne gurlerim ne oynarim.
Bulutluysa gozlerim ancak aglarim.
Meryem ŞAHİN / 25.06.2013


GEREK
İçerim acıyor kalemim kırık
Dayansın zulme bunca günahsız
Bizlere de gerek bir sırık
Yaşıyoruz elemsiz “ah”sız
Meryem ŞAHİN 02.08.2013

Elmaslarımı Bana Bırakın

Elmaslar dolu koynumda / sakladığım sıkı sıkıya bastırıp tenime 
Bir çocuğun ürkek bakışlarını almışım ödünç 
Kıskandıracak kadar özgür ürkekliğim/ işte ellerimde 
Kan damlıyor 
Tuzlu bir su içiyorum içime çeke çeke 
Elmaslarım tenimde/ elmaslarım çalınmasın alın özgürlüğümü de 
Kıpkızıl bir ırmak değdikçe gözbebeklerine / kızaran 
Ve alevden derya/ baktıkça gözlerinde ya
nan 
Kırabilir misin tel örgülerini ruhumun 
Dokunabilir misin çırpınan kanatsız kuşlara 
Hadi anlat! Anlatabilir misin masallarını / biteviye sürüp giden 
Ve elmaslarımı… çıkarabilir misin / dokundukça derinleşen etlerimden 
Şafak sökecek şimdi / az kaldı gün yüzünü tanımaya 
Tutabilir misin karanlığın gömleğini eteklerinden 
Çekip alabilir misin ellerinle kızaran göklerin yıldızlarını 
Ve sökebilir misin gökteki yıldızları gözlerinle

Meryem Şahin
merhametin sınırını aşan insanlar her zaman kaybetmeye mahkumdur.
M.Ş.  /12.09.2013


ISSIZ

sensiz mekanlar ıssız sessiz,
sessizlik hakim buralar sensiz
..........
Meryem ŞAHİN    /12.09.2013
RUHUN İLACI
bensizlik mi yoksa sensizlik mi acı
ben ve senden geçmek ruhun ilacı
Meryem ŞAHİN   / 14.09.2013

ONUR
para ile satılmaz ki alınsın onur
kendini bilende olur ancak o nur
M.Ş.   /16.09.2013



EĞER

mülk-i Süleyman uçup gitmişse bu cihandan 
kalır elde gah neşeden birşey gahi gamdan
Meryem ŞAHİN  /14.09.2013 
AKŞAMIN NEFESİ

ey akşamın nefesi üfledin yine ciğerlerime
kızardı bulutlar utandı laleadımlar ıradı kulaklarımdan tek tek Haşim'in resmi düştü içimdeki melaleMeryem ŞAHİN / 16.09.2013

SANDIM
Gittin sandım bu sabah seni benden
Yanılmışım, üzülmüşüm boşuna ben
Rüzgarın kanatlarına binmişsin sen ezelden
Bu sabah gittin sandım oysa seni ben
M.Ş.  18.09.2013



KOR ALEVLER
kor alevler içindeyiz
ellerimiz balmumu  gözlerimiz nar
uzayan alevden dilleri sarar bedenimizi
kızılca kıyamet kopar
alevler her yanımız sağımız solumuz
çırpındıkça nara batar yolumuz
kor alevler içindeyiz hepimiz
M.Ş.

30 Temmuz 2013 Salı

Mısır
Feryatlar arşa çıkmış, duymaz mı kulaklarımız 
Diyar-ı Yusuf kan ağlıyor, kan kusuyor masumlar
Mısır'da gelinler şaşkın "kan oldu duvaklarımız"!
Dinleyin ey müminim diyenler ne söyler ulaklarımız?
M.Ş.

Biz
Zalimin elinde kilic olmayiz biz.
Haklinin yaninda asla zeval bulmayiz biz. 
Guller gibi acilir hic te solmayiz biz. 
Gun gelecek gun gececek dogan gunesiz biz. 
M. S.   2013 Temmuz
Kuranı bağrına basıp ta geldi, gidiyor işte Ramazan. 
Ya Rabbi dökülsün bilcümle günahlarımız mislü hazan.
M. Ş.  2013
Akşam fısıltısı
kırdım zincirlerimi derken dolaşmışım kördüğümlü halatlara 
binebilir miyim acep özgür ruhuma götürecek kanatlı atlara.
M.Ş.
  • Desin 
    kendimi arıyorum düşmüşüm yollara bilen desin
    ışığı tarıyorum şaşmışım beni benliğimi bulan desin
     M.Ş.
  • Akşam
    sukut üzre bedenim, dilim , kimliğim. 
    sessiz sevdalarda benliğim. 
    vakt-i akşam olunca bugün de yine. 
    dualarda zerrelerim, dillerim.
    M.Ş.
  • Mısır için:
    Allahım sen bizim ahvalimizi hayreyle.
    zulmeden küffarı kahrınla perişan eyle.
    M.Ş.
  • Zümrüd'ün mekanı
    vakt-i hazandır şimdi yemiş veren şu bağım.
    ulaşmak zor zira Zümrüd'ün mekanıdır ol dağım. M.Ş.
Olsa 
uğramam semtinize diyar-ı Gülistan olsa 
kırıldı testi, neyleyim haliniz aah-istan olsa.
M.Ş.
Keşke
bırak kalsın herşey yerli yerinde
dağınık sabahlar geceye gebe
duygusuz rüzgarlar eser serimde 
olaydım keşke masum bir bebe.
M.Ş.

30.07.2013/ 11.19

25 Temmuz 2013 Perşembe

Değişim ve Ramazan
Ne çok şey değişti hayatımızda. Ramazan ayının gelişiyle gönüllerimize yayılan sükunetin çocuk ruhlarımızı sardığı zamanlardan bu yana. Üç – dört yaşlarında var yoktum. Annem uyandırmaya kıyamaz, sahur hazırlıklarını sessizce yapmaya gayret ederdi. Akşamları uyumadan önce sahura kaldırması için anneme tembih ederdim. Sahur vakitlerinde alışık olmadığım bir sesin kulağımdaki yankısını ve küçük yüreğimde bıraktığı merak – korku karışımı etkisini bugün de hatırlıyorum. Dışarıda birisi bağırıyordu ama ne dediğini anlayamıyordum. Sanki ezan gibi minareden sesleniliyordu. Fakat annem bunun ezan olmadığını söylemişti. Ne demek olduğunu o da, babam da bilmiyordu. Yeni geldiğimiz bu mahallede yerleşmiş olan bir gelenek olduğunu sonraki günlerde öğrenmiştik. “Sallu” diye seslenen imam insanları oruç tutmaya davet ediyordu. Ben hala bir şey anlamamıştım. “Sallu” kelimesini küçücük kafamda evirip çeviriyor, bir türlü ne anlama geldiğini çözemiyordum.
Sahur yemeği mutlaka hamur işi bir yiyecek olurdu. Ramazan yaklaşınca konu komşu, akraba kadınlar hep bir araya gelerek büyük teknelerde yoğurdukları hamurdan birkaç tahta sofrada “şebit” dedikleri yufkaları açarlar, bir iki kadın da avluya kurulan onun ateşinin üzerindeki sacta açılan yufkaları önce bir yanını, sonra diğer tarafını maharetle çevirerek pişirirdi. Toplam yufka adedini eşit şekilde paylaşarak, üst üste koydukları yufkaları tatlı bir telaşla evlerine götürüp ramazan için saklarlardı. Sahur vakti bu yufkalar hafifçe su serperek ıslatılır, arasına peynir, patates, kıyma ile hazırlanmış iç koyulur, tepsilerde fırına verilirdi. Bazı sahurlarda haşhaşlı gözlemeler, veya “hamur aşı” denilen kesme makarnalar yapılır, ama mutlaka hamur işi olurdu. Yanında hoşaf, yahut ayran eksik olmazdı. Uyanamayan var mı diye sokak kapısından dışarı bakılır, ışığı yanmayan komşuya bir koşu gidilip uyandırılırdı.
Ramazan ayında akşam vakitleri de başka olurdu çocukluğumuzda. Oruçlu olsun olmasın herkesin oruçlu olduğu izlenimine kapılırdık. Sigara tiryakileri bu alışkanlıklarından bir aylığına da olsa gündüzleri kurtulmuş olurlardı. Ezan vakti yaklaşınca şehrin caddeleri boşalır, evlerine geç kalan bir kaç kişi olursa onlar da iftara yetişmek için hızlı adımlarla yürürlerdi. Bir de çocuklar olurdu sokaklarda. “Top bekleme”ye çıkmış olan afacanlar.
Pide kuyrukları ayrı bir alemdi. Babalar henüz işten dönmemiş olduklarından biraz uzaktaki fırının yolunu biz çocuklar tutardık. Daha fırına varmadan mis gibi ramazan pidesi buram buram kokardı.Uzun kuyruktaki yaşlı dedeler bize yer verirlerdi.Biz de daha öndeki sıralara geçer, bundan da büyük sevinç duyardık.Evden ne şekilde tembihlenmişse öyle siparişi verir, fırından çıkıncaya kadar orada bekler, bol susamlı, bazen da yumurtalı çiftli özel pidelerimizi alır, ellerimiz yanmasın diye evden çokça getirdiğimiz gazete kağıtlarına sararak koşmaya başlardık. Babalarımızın sahura kalktığımız her günde iftarlık için verdiği parayla bakkal amcadan çikolata, şeker gibi genellikle şekerli iftarlıklarımızı daha sabahtan hazır eder, elimizde onlarla dolaşırdık. Büyüklerimiz “bugün tuttuğun orucu bana sat” derlerdi. Biz de “yok satmam. Ben onu sahurdan beri tutuyorum.” diye cevap verir, bir yandan da “acaba oruç satılır mı, bakkaldan yiyecek alır gibi.” diye düşünürdük.
İftar yemeklerine önce büyük olanlar başta olmak üzere akrabalar birbirini çağırır, yakınlarını ve kimsesizleri iftara almamak ayıp sayılırdı. “Bitli helva” denilen ramazan dışında üretilmeyen susamlı helva en çok tüketilen ramazan yiyeceklerinden biri idi. İftar faslından sonra biz çocukları ayrı bir heyecan sarar, teravih namazına gitmek için kız çocukları annelerinin en güzel iğne oyalı namaz başörtülerini, küçük erkek çocuklar da babalarının namaz takkelerini seçerlerdi. Bazı yaşlı teyzeler bizi camide istemez, “bu çocukların ne işi var camide, burası çocuk yeri mi? ” diye çıkışırlar, ama biz oradaki farklı ve hiçbir yerde, başka zamanlarda bulamadığımız ve ifade edemediğimiz hayatı yaşamak isteği ile ertesi akşam yine giderdik. Bazı camilerde fındıklı veya susamlı akide şekerleri dağıtılır, süslü gülabdanlarla gülsuyu ikram edilirdi. Bizi görmeden geçerlerse, yahut unutup atlarlarsa üzülür, bizi küçük görüyor diye gücenirdik. Ama büyüklerin yanında hem de camide “bana da… bana da! ” deyip yaygarayı koparmazdık. Kız çocukları teravih namazına anneleri ile gittiklerinden, anneleri olmayan kızlar komşu kadınlara emanet edilerek gönderilirdi.
Bir de sabah camileri olurdu. Bu adet yalnızca komşularla yapılırdı. Sahur vaktinde yemekler yenildikten sonra komşular toplanır, mahalledeki birinin arabasına (bu genelde bir minibüs olurdu) doluşarak şehrin merkezindeki camilere gidilirdi. Okunan mukabele dinlenir, sabah namazı topluca eda edildikten sonra hep birlikte evlerine dönerlerdi.
Ne bakkal amcalarımız kaldı şimdilerde, ne sallu diye çağıran imamlarımız, ne uyanıp uyanmadığı kontrol edilen ve edecek komşularımız, ne sahur vaktine kadar topluca yapılan ibadet veya sohbetlerimiz. Ne annelerimizin iğne oyalı namaz başörtüleri, ne başörtülerini örtebilecek ortam ve zihniyetimiz. Ne mukabele okumaya televizyondan artakalan vakitlerimiz. Ne verilemeyen şekerleri isteyemeyen edepkar çocuklarımız, ne Kuran sesine aşina kulaklarımız. Ramazan olup olmadığını anlamaktan bile mahrum vakitlerin içinde sıkışıp kalmış ruhlarımız var şimdi. Yetmeyen vakitlere sığdırmaya çalıştığımız meşgalelerimizle haddinden fazla meşguliyetimiz bir de.
Her şeye ve bütün değişimlere rağmen sımsıkı yapıştığınız oruçlarınız makbul, Ramazan-ı Şerifleriniz mübarek olsun.
 
Meryem Şahin

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bulaşmış ellerimiz dillerimiz muzıra bugün, Ey Allah'ım ne kadar muhtacız huzura bugün.
24.07.2013


DOĞU’DA ÇOCUK OLMAK

Kırık kalplerden bir mutluluk resmi çizmektir Doğu’da çocuk olmak. Güneşin resmini yüreğine resmedebilmektir.
Tozu dumana katarak koşan hayatın pençesinde gülümseyebilmektir umarsızca.  Minik ellerle kocaman eserler yapmaktır Doğu’da çocuk olmak!
Ağrı’nın zirvesinden bakabilmektir ulaşılamayan uzaklara…
Kar tatili bekleyen kentli çocuklara inat karların altından gözlerini ışığa açan kardelen olmaktır…
Sevgisiz bir dünyanın ortasından sevda tomurcukları olup açmaktır, çiçek çiçek…
Kaynamayan tencerelerin inadına hayatın acılarını kaynatmaktır, hiç sönmeyen bir ateşle..
Zordur Doğu’da çocuk olmak vesselam!
Töre denen illetin kıskacında sıkışıp kalmak, kurtuluşun ışığına doğru fersiz gözlerle bakıp durmaktır Doğu’da çocuk olmak!
Hayatın ağır yükü altında  küçücük cüssesiyle ezilip kalmak, sırtından atacağı bu yükün hayaliyle yaşamaktır.
Şiirler yazmaktır doğaçlama…Şarkıları ağıtlar olmaktır çocukça…
Kardelenler gibi açmaktır bazen… Yokluğun ortasından, imkansızın kuyusundan bir volkan gibi fışkırmaktır gürül gürül!
Aşkı, metaneti, safi insanlığı taşımaktır Batı’nın en şaşaalı kesimlerine .
Bir dilim ekmeğini paylaşabilmektir varsılına yoksuluna bakmadan.
Doğup büyüdüğü toprağın kokusunu hissedebilmektir ömrü vefa ettikçe…  Unutmadan, yok saymadan, utanmadan.
Ve kardeş türküleri söylemektir sesinin en güzel tınısıyla…bir lirin tellerinden çıkan efsanevi ritmi ufuk ötesi mekanlara taşıyabilmektir.
Hasılı her yiğidin harcı değildir Doğu’da çocuk olabilmek! Fakat  yok değildir Doğu’da çocuk olabilenler.
Ne mutlu onlara!

                                                                           Arş. Yazar
       Meryem ŞAHİN





13 Temmuz 2013 Cumartesi

İndi Kur’an
Sarmıştı alemi zulmet, yürekler karanlık gece
Kirlenmiş diller küfürle, binbir çeşit binbir hece
Kim yarattı bu alemi, bilinmezdi bir bilmece
Onbir ayın sultanında, indi Kur’an Ayet’ile

Kalmamıştı canlarda hiç, acımaktan eser bile
Bilmiyordu sevmeyi de, muhtaç idi kul şefkate
Yıkmış idi çoktan artık, balta vurup merhamete
Onbir ayın sultanında, geldi Kur’an Rahmet’ile

Yüzer olmuş büyük küçük, cehaletin denizinde
Fazlalıktı birer birer, babaların gözlerinde
Korku dehşet yer etmişti, hep kızların yüzlerinde
Onbir ayın sultanında, sildi Kur’an Hikmet’ile

Ayet ayet her bir sure,Yaratan’dan Habib’ine
Üç ayeti Bakara’nın, bize Miraç’ta hediye
Hira Nur dağında geldi, ilk ayetler oku diye
Onbir ayın sultanında, indi Kur’an hürmetile

Çıkmış insanlıktan beşer, karanlık sarmış gözleri
Küfür isyan her bir kelam, zehir saçardı sözleri
Muhtaç iken arz-ı alem, uzandı umut elleri
Onbir ayın sultanında, indi Kur’an Himmet’ile

Vermez Allah isyankara, hak yolundan ayrılana
Kurulacak has kulları, atlastan taht-ı revana
Müjdelendi inci köşkler, güzel ameller yapana
Onbir ayın sultanında,indi Kur’an Cennet’ile

Okuyordu o Kur’anı, Her Ramazan Peygamber’e
Peygamber de ondan sonra, sıra ile Cebrail’e
Kaldı o zamandan bize, hatm-i Kur’an mukabele
Onbir ayın sultanında, indi Kuran Sünnet’ile
 
Meryem Şahin

12 Temmuz 2013 Cuma











dökülür her akşam bu şehrin üstüne
sicim gibi yağmur yerine gül yaprakları
saz olur naz olur niyaz olur hüsnüne
kokar güller gibi bu şehrin toprakları
m.ş.
Ramazan
Rahmetile semadan, bu ayda indi Kuran
Her biri ayrı mana, ayet ayet bir bürhan
Okundukça dillerde, gönüller oldu nuran
Rahmet derya denizi, hoşça geldi Ramazan


Her nerede var ise, zulümlerle boğulan
Kalplerimiz oldu hep, günahlardan kararan
Za’fa düşmüş imanı, “hablullah”la kurtaran
Çamurları yıkayan, kutlu seldi Ramazan



Binbir rızık, bereket, yoksulları doyuran
“Emrin tut Rabb’in” deyip, hakikati buyuran
Masivadan kurtarıp, Cennetlere çağıran,
Ötelerin daveti “haydi gel”di Ramazan
 
Meryem Şahin

6 Haziran 2013 Perşembe













Sabahlık

kırıntılar serpiştirdim gündüzüme geceden kalan
ıssız sokaklarda dolaştı ruhum sessice
bir hayal gibi sarmaladım ümitleri, sevgiyi, nefreti...
ılık saba rüzgarı uzaklardan esip dünyama dolan
M.Ş. Mayıs 2013



20 Mayıs 2013 Pazartesi

dil yaresi nicedir ki bulunmaz ilac ona
insan denir ancak diline sahip olana
m.ş.
mayıs 2013

19 Mayıs 2013 Pazar

Hal-i pur melalim nokta cihana. Selamim salinsin asikari nihana.
m.ş.

Gel girelim Tarik-i Müstakıym denen yola 
ünsiyet-i Rasul umarız ki kısmet ola
M.Ş.
sustum yorulup konuşmaktan dilim şimdi oldu lal
ne söylese ne dinlese gönül hepsi kıyl-ü kal
m.ş. 
mayıs 2013
uyku çiçeğim sararıp soldu bu gece
dilimde tesbihtir üç harfli bir hece
m.ş.

mayıs 2013

25 Nisan 2013 Perşembe

ŞAH ve GEDA

ben bir geda, sense Şah'sın
göklere yükselen bir nefeslik "ah"sın
dönsem her ne yana oradaki cenahsın
sen bir Şah'sın, bense geda
ben gedayım sense Şah'sın
M.Ş.














Söylence

bir deli rüzgar eser başucumda
serviler ağlar
yalanların sert duvarlarına çarpar efsane
cankırığı kemiklere dönüşür camkırığı hayaller
süpürür ne varsa elde, düşte, atide
bir deli rüzgar eser bu gece
savrulur umut tüyleri uzaklara...çok uzaklara.

M.Ş. 25.04.2013

17 Mart 2013 Pazar

SESSİZCE
gidiyorum geldiğim gibi sessizce
ellerimde bir mendil gözlerim ıslak 
gidiyorum yüreğinden bilinmez diyarlara
geldiğim gibi sessizce gidiyorum bak işte

yağmur mu damlayan yoksa gözyaşlarım mı 
kalmanın ipine tutunamamış parmaklarım mı 
harabeye dönen yıkılan şu mihrabım mı 
gidiyorum kalsın ardımdan ağlayanlar gülenler
gidiyorum geldiğim gibi sessizce

                     17.03.2013 - 02.30