30 Temmuz 2013 Salı

Mısır
Feryatlar arşa çıkmış, duymaz mı kulaklarımız 
Diyar-ı Yusuf kan ağlıyor, kan kusuyor masumlar
Mısır'da gelinler şaşkın "kan oldu duvaklarımız"!
Dinleyin ey müminim diyenler ne söyler ulaklarımız?
M.Ş.

Biz
Zalimin elinde kilic olmayiz biz.
Haklinin yaninda asla zeval bulmayiz biz. 
Guller gibi acilir hic te solmayiz biz. 
Gun gelecek gun gececek dogan gunesiz biz. 
M. S.   2013 Temmuz
Kuranı bağrına basıp ta geldi, gidiyor işte Ramazan. 
Ya Rabbi dökülsün bilcümle günahlarımız mislü hazan.
M. Ş.  2013
Akşam fısıltısı
kırdım zincirlerimi derken dolaşmışım kördüğümlü halatlara 
binebilir miyim acep özgür ruhuma götürecek kanatlı atlara.
M.Ş.
  • Desin 
    kendimi arıyorum düşmüşüm yollara bilen desin
    ışığı tarıyorum şaşmışım beni benliğimi bulan desin
     M.Ş.
  • Akşam
    sukut üzre bedenim, dilim , kimliğim. 
    sessiz sevdalarda benliğim. 
    vakt-i akşam olunca bugün de yine. 
    dualarda zerrelerim, dillerim.
    M.Ş.
  • Mısır için:
    Allahım sen bizim ahvalimizi hayreyle.
    zulmeden küffarı kahrınla perişan eyle.
    M.Ş.
  • Zümrüd'ün mekanı
    vakt-i hazandır şimdi yemiş veren şu bağım.
    ulaşmak zor zira Zümrüd'ün mekanıdır ol dağım. M.Ş.
Olsa 
uğramam semtinize diyar-ı Gülistan olsa 
kırıldı testi, neyleyim haliniz aah-istan olsa.
M.Ş.
Keşke
bırak kalsın herşey yerli yerinde
dağınık sabahlar geceye gebe
duygusuz rüzgarlar eser serimde 
olaydım keşke masum bir bebe.
M.Ş.

30.07.2013/ 11.19

25 Temmuz 2013 Perşembe

Değişim ve Ramazan
Ne çok şey değişti hayatımızda. Ramazan ayının gelişiyle gönüllerimize yayılan sükunetin çocuk ruhlarımızı sardığı zamanlardan bu yana. Üç – dört yaşlarında var yoktum. Annem uyandırmaya kıyamaz, sahur hazırlıklarını sessizce yapmaya gayret ederdi. Akşamları uyumadan önce sahura kaldırması için anneme tembih ederdim. Sahur vakitlerinde alışık olmadığım bir sesin kulağımdaki yankısını ve küçük yüreğimde bıraktığı merak – korku karışımı etkisini bugün de hatırlıyorum. Dışarıda birisi bağırıyordu ama ne dediğini anlayamıyordum. Sanki ezan gibi minareden sesleniliyordu. Fakat annem bunun ezan olmadığını söylemişti. Ne demek olduğunu o da, babam da bilmiyordu. Yeni geldiğimiz bu mahallede yerleşmiş olan bir gelenek olduğunu sonraki günlerde öğrenmiştik. “Sallu” diye seslenen imam insanları oruç tutmaya davet ediyordu. Ben hala bir şey anlamamıştım. “Sallu” kelimesini küçücük kafamda evirip çeviriyor, bir türlü ne anlama geldiğini çözemiyordum.
Sahur yemeği mutlaka hamur işi bir yiyecek olurdu. Ramazan yaklaşınca konu komşu, akraba kadınlar hep bir araya gelerek büyük teknelerde yoğurdukları hamurdan birkaç tahta sofrada “şebit” dedikleri yufkaları açarlar, bir iki kadın da avluya kurulan onun ateşinin üzerindeki sacta açılan yufkaları önce bir yanını, sonra diğer tarafını maharetle çevirerek pişirirdi. Toplam yufka adedini eşit şekilde paylaşarak, üst üste koydukları yufkaları tatlı bir telaşla evlerine götürüp ramazan için saklarlardı. Sahur vakti bu yufkalar hafifçe su serperek ıslatılır, arasına peynir, patates, kıyma ile hazırlanmış iç koyulur, tepsilerde fırına verilirdi. Bazı sahurlarda haşhaşlı gözlemeler, veya “hamur aşı” denilen kesme makarnalar yapılır, ama mutlaka hamur işi olurdu. Yanında hoşaf, yahut ayran eksik olmazdı. Uyanamayan var mı diye sokak kapısından dışarı bakılır, ışığı yanmayan komşuya bir koşu gidilip uyandırılırdı.
Ramazan ayında akşam vakitleri de başka olurdu çocukluğumuzda. Oruçlu olsun olmasın herkesin oruçlu olduğu izlenimine kapılırdık. Sigara tiryakileri bu alışkanlıklarından bir aylığına da olsa gündüzleri kurtulmuş olurlardı. Ezan vakti yaklaşınca şehrin caddeleri boşalır, evlerine geç kalan bir kaç kişi olursa onlar da iftara yetişmek için hızlı adımlarla yürürlerdi. Bir de çocuklar olurdu sokaklarda. “Top bekleme”ye çıkmış olan afacanlar.
Pide kuyrukları ayrı bir alemdi. Babalar henüz işten dönmemiş olduklarından biraz uzaktaki fırının yolunu biz çocuklar tutardık. Daha fırına varmadan mis gibi ramazan pidesi buram buram kokardı.Uzun kuyruktaki yaşlı dedeler bize yer verirlerdi.Biz de daha öndeki sıralara geçer, bundan da büyük sevinç duyardık.Evden ne şekilde tembihlenmişse öyle siparişi verir, fırından çıkıncaya kadar orada bekler, bol susamlı, bazen da yumurtalı çiftli özel pidelerimizi alır, ellerimiz yanmasın diye evden çokça getirdiğimiz gazete kağıtlarına sararak koşmaya başlardık. Babalarımızın sahura kalktığımız her günde iftarlık için verdiği parayla bakkal amcadan çikolata, şeker gibi genellikle şekerli iftarlıklarımızı daha sabahtan hazır eder, elimizde onlarla dolaşırdık. Büyüklerimiz “bugün tuttuğun orucu bana sat” derlerdi. Biz de “yok satmam. Ben onu sahurdan beri tutuyorum.” diye cevap verir, bir yandan da “acaba oruç satılır mı, bakkaldan yiyecek alır gibi.” diye düşünürdük.
İftar yemeklerine önce büyük olanlar başta olmak üzere akrabalar birbirini çağırır, yakınlarını ve kimsesizleri iftara almamak ayıp sayılırdı. “Bitli helva” denilen ramazan dışında üretilmeyen susamlı helva en çok tüketilen ramazan yiyeceklerinden biri idi. İftar faslından sonra biz çocukları ayrı bir heyecan sarar, teravih namazına gitmek için kız çocukları annelerinin en güzel iğne oyalı namaz başörtülerini, küçük erkek çocuklar da babalarının namaz takkelerini seçerlerdi. Bazı yaşlı teyzeler bizi camide istemez, “bu çocukların ne işi var camide, burası çocuk yeri mi? ” diye çıkışırlar, ama biz oradaki farklı ve hiçbir yerde, başka zamanlarda bulamadığımız ve ifade edemediğimiz hayatı yaşamak isteği ile ertesi akşam yine giderdik. Bazı camilerde fındıklı veya susamlı akide şekerleri dağıtılır, süslü gülabdanlarla gülsuyu ikram edilirdi. Bizi görmeden geçerlerse, yahut unutup atlarlarsa üzülür, bizi küçük görüyor diye gücenirdik. Ama büyüklerin yanında hem de camide “bana da… bana da! ” deyip yaygarayı koparmazdık. Kız çocukları teravih namazına anneleri ile gittiklerinden, anneleri olmayan kızlar komşu kadınlara emanet edilerek gönderilirdi.
Bir de sabah camileri olurdu. Bu adet yalnızca komşularla yapılırdı. Sahur vaktinde yemekler yenildikten sonra komşular toplanır, mahalledeki birinin arabasına (bu genelde bir minibüs olurdu) doluşarak şehrin merkezindeki camilere gidilirdi. Okunan mukabele dinlenir, sabah namazı topluca eda edildikten sonra hep birlikte evlerine dönerlerdi.
Ne bakkal amcalarımız kaldı şimdilerde, ne sallu diye çağıran imamlarımız, ne uyanıp uyanmadığı kontrol edilen ve edecek komşularımız, ne sahur vaktine kadar topluca yapılan ibadet veya sohbetlerimiz. Ne annelerimizin iğne oyalı namaz başörtüleri, ne başörtülerini örtebilecek ortam ve zihniyetimiz. Ne mukabele okumaya televizyondan artakalan vakitlerimiz. Ne verilemeyen şekerleri isteyemeyen edepkar çocuklarımız, ne Kuran sesine aşina kulaklarımız. Ramazan olup olmadığını anlamaktan bile mahrum vakitlerin içinde sıkışıp kalmış ruhlarımız var şimdi. Yetmeyen vakitlere sığdırmaya çalıştığımız meşgalelerimizle haddinden fazla meşguliyetimiz bir de.
Her şeye ve bütün değişimlere rağmen sımsıkı yapıştığınız oruçlarınız makbul, Ramazan-ı Şerifleriniz mübarek olsun.
 
Meryem Şahin

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bulaşmış ellerimiz dillerimiz muzıra bugün, Ey Allah'ım ne kadar muhtacız huzura bugün.
24.07.2013


DOĞU’DA ÇOCUK OLMAK

Kırık kalplerden bir mutluluk resmi çizmektir Doğu’da çocuk olmak. Güneşin resmini yüreğine resmedebilmektir.
Tozu dumana katarak koşan hayatın pençesinde gülümseyebilmektir umarsızca.  Minik ellerle kocaman eserler yapmaktır Doğu’da çocuk olmak!
Ağrı’nın zirvesinden bakabilmektir ulaşılamayan uzaklara…
Kar tatili bekleyen kentli çocuklara inat karların altından gözlerini ışığa açan kardelen olmaktır…
Sevgisiz bir dünyanın ortasından sevda tomurcukları olup açmaktır, çiçek çiçek…
Kaynamayan tencerelerin inadına hayatın acılarını kaynatmaktır, hiç sönmeyen bir ateşle..
Zordur Doğu’da çocuk olmak vesselam!
Töre denen illetin kıskacında sıkışıp kalmak, kurtuluşun ışığına doğru fersiz gözlerle bakıp durmaktır Doğu’da çocuk olmak!
Hayatın ağır yükü altında  küçücük cüssesiyle ezilip kalmak, sırtından atacağı bu yükün hayaliyle yaşamaktır.
Şiirler yazmaktır doğaçlama…Şarkıları ağıtlar olmaktır çocukça…
Kardelenler gibi açmaktır bazen… Yokluğun ortasından, imkansızın kuyusundan bir volkan gibi fışkırmaktır gürül gürül!
Aşkı, metaneti, safi insanlığı taşımaktır Batı’nın en şaşaalı kesimlerine .
Bir dilim ekmeğini paylaşabilmektir varsılına yoksuluna bakmadan.
Doğup büyüdüğü toprağın kokusunu hissedebilmektir ömrü vefa ettikçe…  Unutmadan, yok saymadan, utanmadan.
Ve kardeş türküleri söylemektir sesinin en güzel tınısıyla…bir lirin tellerinden çıkan efsanevi ritmi ufuk ötesi mekanlara taşıyabilmektir.
Hasılı her yiğidin harcı değildir Doğu’da çocuk olabilmek! Fakat  yok değildir Doğu’da çocuk olabilenler.
Ne mutlu onlara!

                                                                           Arş. Yazar
       Meryem ŞAHİN





13 Temmuz 2013 Cumartesi

İndi Kur’an
Sarmıştı alemi zulmet, yürekler karanlık gece
Kirlenmiş diller küfürle, binbir çeşit binbir hece
Kim yarattı bu alemi, bilinmezdi bir bilmece
Onbir ayın sultanında, indi Kur’an Ayet’ile

Kalmamıştı canlarda hiç, acımaktan eser bile
Bilmiyordu sevmeyi de, muhtaç idi kul şefkate
Yıkmış idi çoktan artık, balta vurup merhamete
Onbir ayın sultanında, geldi Kur’an Rahmet’ile

Yüzer olmuş büyük küçük, cehaletin denizinde
Fazlalıktı birer birer, babaların gözlerinde
Korku dehşet yer etmişti, hep kızların yüzlerinde
Onbir ayın sultanında, sildi Kur’an Hikmet’ile

Ayet ayet her bir sure,Yaratan’dan Habib’ine
Üç ayeti Bakara’nın, bize Miraç’ta hediye
Hira Nur dağında geldi, ilk ayetler oku diye
Onbir ayın sultanında, indi Kur’an hürmetile

Çıkmış insanlıktan beşer, karanlık sarmış gözleri
Küfür isyan her bir kelam, zehir saçardı sözleri
Muhtaç iken arz-ı alem, uzandı umut elleri
Onbir ayın sultanında, indi Kur’an Himmet’ile

Vermez Allah isyankara, hak yolundan ayrılana
Kurulacak has kulları, atlastan taht-ı revana
Müjdelendi inci köşkler, güzel ameller yapana
Onbir ayın sultanında,indi Kur’an Cennet’ile

Okuyordu o Kur’anı, Her Ramazan Peygamber’e
Peygamber de ondan sonra, sıra ile Cebrail’e
Kaldı o zamandan bize, hatm-i Kur’an mukabele
Onbir ayın sultanında, indi Kuran Sünnet’ile
 
Meryem Şahin

12 Temmuz 2013 Cuma











dökülür her akşam bu şehrin üstüne
sicim gibi yağmur yerine gül yaprakları
saz olur naz olur niyaz olur hüsnüne
kokar güller gibi bu şehrin toprakları
m.ş.
Ramazan
Rahmetile semadan, bu ayda indi Kuran
Her biri ayrı mana, ayet ayet bir bürhan
Okundukça dillerde, gönüller oldu nuran
Rahmet derya denizi, hoşça geldi Ramazan


Her nerede var ise, zulümlerle boğulan
Kalplerimiz oldu hep, günahlardan kararan
Za’fa düşmüş imanı, “hablullah”la kurtaran
Çamurları yıkayan, kutlu seldi Ramazan



Binbir rızık, bereket, yoksulları doyuran
“Emrin tut Rabb’in” deyip, hakikati buyuran
Masivadan kurtarıp, Cennetlere çağıran,
Ötelerin daveti “haydi gel”di Ramazan
 
Meryem Şahin