31 Aralık 2013 Salı

İstanbul'da Kar Sarıkamış'ta Bahar
Kar yağıyor İstanbul’da! Gecelerin karanlığını pırıltılı bir aydınlığa bürüyor düşen kar kristalleri. Nasıl da sessiz, içten, bir beyaz ağıt gibi her biri. Hüzünlü bir yalnızlığa gömülür gibi masumca düşüyor… düşüyor…

İstanbul’da kar! .. Oldukça romantik sıcak evlerinde pencereden seyredenler için…hele kartopu oynamaya can atan afacanların keyfine ne demeli? Her bir parlak kristal uçuşarak inişinde tarif edilmez esrarlı duyguları içimize serpiştirmede.

Ama ben İstanbul’dan çok uzaklara gidiyorum bu sessiz sedasız inen beyazlıklara takılıp. Kartanelerinin kara toprağa her inişinde maziye dönüyor yüzüm.
Yağan karın donmuş kesimlerinde buzlaşan kaygan zeminde kayarcasına. Maziye yürüyorum.. Ellerim üşüyor, yüzüm üşüyor, yüreğim üşüyor… üşüyor…

Şanlı Türk Askeri geliyor gözlerimin önüne. Atalarım geliyor. Kar altında yazlık kıyafetler içinde hedefe yürüyen…Elleri silah kabzalarına yapışmış, gözleri buz kesmiş, “Vatan Kutsal” demiş gencecik yiğitler… Kanım kaynıyor birden, damarımda kaynayıp coşuyor…coşuyor…

Kartaneleri düşmeye devam ediyor İstanbul’da…ağaçlara, evlerin çatılarına, ormanların efsunlu görkemine, çocukların düşlerine, gençlerin aşklarına… kimbilir ne hisleri taşıyor gizemli alemlerden yağdığı her gönüle? Pırıl pırıl kristal parçacıkları beni alıp götürüyor, kilometreler ötesine, zamanın gerisine… Sarıkamış’ta Allahüekber dağlarına…ruhumu bedenimden söküp cephane gibi taşıyor…taşıyor…

Ve bir efsane yaşıyor Allahüekber dağlarında! .. Kara yenik düşmüş ama imanı ve azmini, Vatan sevgisini abideleştirmiş Sarıkamış Şehitleri’nin efsanesi! Yürü denilip yürüyen, şehadete çağrılıp koşarak giden, bembeyaz kar taneciklerinin romantizmini hissedemeyen…Ama insan olmanın en ulvi mertebesine ulaşabilen geçmişten geleceğe ilelebet devam edecek bir kutlu millet…Ve ölmenin emredildiği, ölerek dirilmenin cevherini kavramış Mehmet! Yaşıyor…yaşıyor…

Gelincikler açıyor şimdi karlarda. Kardelenler misali, şehitlerin kanından beslenen kırmızı gelincikler. Bahar aylarında sanırız onların açışını bizler. Oysa her bahar ve her kar gelinciklerin daha da kızardığına şahit olur gören gözler.

Kar yağıyor İstanbul’da…Kartanecikleri götürüyor bizi uzaklara…Orada bir millet yaşıyor… Bakın dikkatle; her biri kırmızı gelincik olmuş açıyor… Sarıkamış Şehitleri Allahüekber Dağları’nda nöbette…her biri kardelen olmuş, gelincik olmuş açıyor…açıyor.
 
Meryem Şahin
 

24 Aralık 2013 Salı

vefaya güzelleme 
ey vefasız artık gözyaşım hiç akmayacak
kızlar serencama türküler yakmayacak 
kapattım gözlerimi efsunlu bakmayacak
gül oyna artık kalbim seni takmayacak
M.Ş.

18 Aralık 2013 Çarşamba

ESKİ SAATLER VE BEN 
saatleri çevirdim de biraz geriye 
neler anlattı tik tak lar bu akşam vaktinde
kaybolmuş ruhumun derinlikleri idi üşüyen 
eski saatlerin cılız tik taklarında dinlenen 

sokağın ışıkları da titrek bakmada
saatler günlere günler aylara akmada 
kayıp figürlerin içinde gizli kimliğim 
çıkarıp silkelemeliyim 
eski saatlerden zamana geri döner mi bilmem
Meryem ŞAHİN
KARTANESİ

aslında ben sessiz bir kartanesiyim düşen gökyüzünden. 

elllerinde üşüyen, gözlerinde gizlenen. 

sessiz çığlıklar içinde 

ben bir kartanesiyim düşerken çığ gibi büyüyen

M.Ş. 18 ARALIK 2013

8 Aralık 2013 Pazar

MUŞTU

gün eksilirken geceden, bir muştu gelsin göklerden yüklensin erdemi sabah meltemi gibi dokunup yüreğimize hayalden parmaklarıyla
ARALIK 2013

GENÇ MÜSİAD KONGRESİNİN İZDÜŞÜMLERİ

4. GENÇ MÜSİAD KONGRESİNİN  İZDÜŞÜMLERİ
6 Aralık 2013 Cuma günü Genç Müsiad İşadamları’nın kongresi Haliç Kongre Merkezi’ne yapıldı. Toplantıya Körfez ülkelerinden olduğunu öğrendiğim Arap ülkelerinden katılımcıların çok olduğu dikkatimi çekti. Bir başka dikkat çekici şey de üniversite öğrencisi gençlerin başörtüsü sorununun aşılmış olduğu bir ortamda sayıca fazla olması idi. Belli ki geleceğimizin ümidi gençlerimiz geleceklerini iyi yönetebilmek adına bilgi ve paylaşım için oradaydılar. Onların gözlerindeki ışıltıyı görünce bir kez daha ümitvar oldum, mutlu oldum.
Kongre konuşmacıları da birbirinden değerli kimseler idi. Avrupa Bakanı Egemen BAĞIŞ Beyefendi ‘nin konuşmasında molotoflu gençler değil Müsiad’lı gençler görmek isteyenleri saygı ile selamladığını söylemesi önemli idi.
Müsiad’lı gençlerin ülkemizin geleceğine yön vermesi beklenen bir durumdur. Doğaldır. Fakat yönün ne tarafa olacağı  geminin karaya oturmaması bakımından hayati anlam taşıdığından onlara düşen sorumluluk oldukça büyük görünüyor.
Gidilecek yol haritasını çizmek bakımımdan Ekonomi Bakanı Zafer ÇAĞLAYAN’ın ifadeleri de genç girişimciler için önemli bir kılavuz niteliğinde idi. Risk olmadan rızık olamayacağını belirten ÇAĞLAYAN, önceki dönemlerdeki gibi zengin olmanın yolunun devletin kasasına el atmak olmadığını, bugün artık zengin olmanın yolunun helal kazançtan geçtiğini alın terinin önemli olduğunu belirterek gençlere ufuk açıcı bilgiler verdi. Başarılı olanların alın teri döken ve işi en iyi yapanların olduğunu belirtti.
MÜSİAD Genel Başkanı Nail OLPAK  genç girişimcilere helal kazancın ve kanaatin önemini vurgulayan sözleri ile yol gösterici oldu. Rızkın 9/10 u ticarette olduğu ama bu ticaretin nasıl yapılması gerektiği nin de Sevgili Peygamberimizin bildirdiği şekilde  dürüst ticaret, helal kazanç ve kanaat ile olması gerektiğini genç Müsiad mensuplarının bu düsturları sahiplenerek yol alması gerektiğini belirtti.
Ülkemize yön verecek olan genç girişimcilerin ticaret yaparken önce dürüst olmaları gerektiği, sonra helal kazancı hedeflemeleri ve kanaat kavramına hayatlarında yer vermeleri gerektiği, sonucun bu şekilde uygun ve olumlu hale geleceği sonuçlarının çıktığı kongrenin birinci günü bir toplumun temelinin atılmasında en önemli faktörün üzerine parmak basıldığını gördüm.
Zira vücudumuza girenler orantısında hal ve hareketlerimizin şekilleneceği, yaşamın buna göre hal alacağı İslam anlayışının içinde önemli yer tutar. Yediklerimiz helal olursa hareketlerimiz yaşantımız hayırlı neticeler verir.
Kongrenin hayırlara vesile olacağını ümidediyor, gençlerin risk, rızk ikilemi içinde kanaat ve cömertlik kavramlarını da yaşamlarına sokmalarını diliyorum.
Meryem ŞAHİN – 06.11.2013


AMACINI AŞAN ŞEYLER

AMACINI AŞAN ŞEYLER
Gündemdeki son konulardan biri bilindiği gibi Danıştay 8. Dairesinin başörtüsü ya da başörtülü lehine vermiş olduğu karardır.
Çiçeği burnunda avukat Saliha Merve KAYA çok  mutlu olduğunu belirttiği kararın verilmesine vesile olmuş ve kendisi ile birlikte başka hemcinsi olan meslektaşlarına da başörtülü şekilde mesleklerini icra etmelerinin yolunu açmış oldu.
Uzun yıllardan beri tartışıla tartışıla bir türlü çözülemeyen , kimbilir kaç genç kızın  hayallerinden öteye gidemeyen başörtüsü ile kamusal alanda bulunabilme ve mesleklerini icra edebilme yetisi bazılarının gözlerinde yaş, bazılarının ömrü boyunca verdikleri bir savaş olarak kalmıştı.
Hele haddini aşıp herşeyi ben bilirim, zaten yetki de bendedir diyen insanların varlığı olduğu sürece bu tür sorunlar çözülmek yerine çığ gibi büyümekten başka ne hal alabilir veya alabildi ki?
Danıştay 8. dairesi başörtülü avukatın lehine karar verirken gerekçesini ise şöyle açıklamış:
“Avukatlar, Anayasa’da yapılan kamu görevlisi tanımı içinde değerlendirilmektedir. Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ancak bu maddelerde belirlenen sebeplerin varlığı halinde özlerine dokunulmaksızın kısıtlanabilmesi mümkündür. Dava konusu yönetmelikte, dayanağı kanunda yer almayan bu ibareye yer verilmek suretiyle kanunun amacını aşan nitelikte bir düzenleme yapılmıştır.”
Amacını aşmak ifadesi beni yeni genç kızlığa adım attığım dönemlere yıllar öncesine götürdü. Konu yine başörtüsü.
Anadolu’nun bir ilinde küçük bir sağlık sorunum nedeni ile orada bulunan Devlet Hastanesi’ne gittim. O zamanlar özel hastaneler, sağlık imkanları yoktu elbet. 12- 13 yaşlarındayım. Kuran-i Kerim eğitimi verilen bir kursa devam ediyorum. Başımı yeni kapatmışım ve bu halimle çok mutluyum. Düz renk uçuk mavi bir başörtü taktığımı hatırlıyorum o gün. Özenle ütülenmiş belki 15 dakika ayna karşısında düzeltilip en uygun hale geldiğine kani olduktan sonra iğnelerle tutturulmuş sade ama güzel daha doğrusu güzel görünen bir başörtüsü var başımda.
Doktor beni muayene odasına aldı. Gayet sakin ve yumuşak bir ses tonuyla başörtünü çıkartmalısın önce dedi. İstemesem de doktorum dediğine uyarak çıkartıp masaya koydum. Belli ki başımdan başlayarak beni muayene edecekti. Hasta yatağına alıp birkaç dokunuşla ve bir iki aletle muayene işlemini yaptı. Ben hala bekliyorum. Başımı ne zaman kontrol edecek ya da nasıl bir uygulama yapacak ki hastalığımı teşhis edecek? Derken
-Tamam kalkabilirsin dedi.
- Ama başım? Dedim.
- Tamam başörtünü takabilirsin dedi.
O anda o yaşımda nasıl aldatılmış, aşağılanmış, tuzağa düşürülmüş hissettiğimi ifade edemem!
Muayenenin başımla ve başörtümle hiçbir ilgisi yokmuş meğer!
Sadece doktorun başıyla, başının içindekiyle ilgisi varmış. Ama iş işten geçmişti. Doktor başörtülü bir hastaya genç kızlığa adım atmış bir çocuk ta olsa tahammül edemezmiş meğer. Sebep sadece buymuş.
Yani amacını aşan bir muamele ile karşı karşıya kalmışım.
O doktor gibi amacını aşan o kadar insan var ki! Ya da kurum, kuruluş. Örneklemeye kalksak bir hayli çıkacaktır. İşte Saliha Merve KAYA örneğinde olduğu gibi.
Ama zararın neresinden dönülse kardır deyip sevinecek durumdayız artık. Sadece başörtüsü takıyor diye okulundan, işinden, bulunması en doğal hakkı olan çevreden uzaklaştırılan bunun acısını yaşadığı travmayı hayatı boyunca üzerinden atamayan kadınlarımızın kızlarımızın sayısı küçümsenecek kadar az mıdır?
Ya da bu ülkenin evladı olan hemcinslerim 3. Sınıf insan muamelesi görecek ne suç işlemişlerdi?
Evet zararın ya da yanlışın neresinden dönülse kardır sevincini yaşamak sanırım daha yerinde olacaktır. Bu karar sonrası ve ilerisi için. Kararın hayırlı ve sürekli olmasını diliyor, amacımızı aşmadan hareket etmenin gerekliliğine bir kez daha yürekten inanıyorum.
Meryem ŞAHİN  - 13 Kasım 2013


ÖĞRETMENLER GÜNÜ ÜZERİNE HASBİHAL

ÖĞRETMENLER  GÜNÜ ÜZERİNE HASBİHAL
 Ülkemizde birçok gün belirleme alışkanlığı vardır ve bu durum bazan tartışmalara esprilere de konu olmaktadır. Bunların bazıları bizim kendi öz kültürümüzden kaynaklanmakla birlikte bazıları da bizim dışımızdaki kültür empozesinin birer neticesidir. Elbette iyisi de vardır ama bize uymayan kültür, inanç ve anlayışımıza ters düşen günler de yok değildir.
İşte bu günlerden biri de Öğretmenler Günü olarak belirlenmiş ve kutlanmaktadır. Tarih olarak ta Kasım ayının 24ü uygun görülmüştür. Bu özel gün tüm ülkede öğretmenlerimizi anmak, saygıda biraz daha itina göstermek, öğretme eyleminin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak gibi çeşitli duygu düşünce ve harekete vesile olmaktadır.
Çocuklar okullarda öğretmen olma hayallerinin zirvesine çıkarlar o gün. Öğretmenler ince ruhluluğun en incesini gösterirler.
Ebeveynler o gün öğretmene verilecek hediyenin ne olacağını günler öncesinden belirlemişlerdir bile. Özenle hazırlamışlar cicili paketlere sarmışlar öğretmenin beğeneceğini ümit ederek o günü beklemektedirler.
En güzel hediye kendi çocuklarının öğretmenine sunacağı hediye olmalıdır çünkü. Hayattaki yarışın buradaki bir küçük noktası değil midir bu da?
Şiirler öğretmene yazılır, şarkılar öğretmene söylenir. Gündem öğretmenler üzerine konumlandırılır. O günkü hayatın odak noktası öğretmendir.
 Aslında insan yaşamının odak noktası öğretmen ve öğrenmek değil midir? Onları anmayı, saymayı, sevmeyi, yüceltmeyi tek bir güne sığdırabilir miyiz? Kölesi olunmaz mı inancımızda öğretmenin?
Şarkılara da konu olduğu şekliyle 29 kere 40 yıl kölesi olunmaz mı öğretmenin?
Öğrenmenin ve öğretmenin önemi o kadar büyüktür ki; öğrenilecek şey Çin’de bile olsa gidip alınması gereken değerli bir hazinedir.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor bizi yaratan. Bilmeyi bildirenler ne kadar değerlidir o halde?
Öğretmen olabilmek te ayrı bir meziyettir elbet. İki kere iki değildir öğretmenin öğretmesi gereken. A ve B yi öğretmek değildir istenilen kendisinden.
Bir hayatı, yaşam felsefesini,  dik duruşu, en önemlisi de karakter eğitimini verebilmektir öğretmenlik.
Bunu verirken de iyi bir örnek olabilmektir.
Okul bahçesinin yakınından geçerken çığlık çığlığa bağırarak körpe çocuklara emirler yağdıran, sıraya girmekte geç kaldı diye 3. Sınıf öğrencisinin karşısında sinir krizi geçirerek tokatlayan…kişileri görmüş olabilirsiniz sizler de.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.  Sözlü şiddet uygulayan hareketiyle çocukları incitecek tavırlar sergileyen öğretmenler de yok değil.
Öğretmenlik mesleği en ulvi mesleklerden biridir. Özveri ister. Sabır ister. Hoşgörü ister. Empati ister. Şefkat ister. Olgunluk ister.
Evet bizler ülke olarak her yıl yine Öğretmenler Günü’nü kutlamaya devam edeceğiz. Bunu da severek sevinerek yapacağız. Öğretmenlerden tek ricam; ne olur sizler de “öğretmen” olun. Eğitmen olmayın sadece. Öğretin çocuklarımıza hayatı, iyiyi, kötüyü, eğriyi, doğruyu… Gereken herşeyi.
Sevin çocuklarımızı. Sevin onları hatalarıyla kusurlarıyla. Sevmezseniz ezber bir eğitimden başka bir sonuç alamayız. Alamazsınız. Sevgi herşeyin başı. Sevgi çocuklarımızın en tatlı aşı. Sevgi kapalı kapıları açan sihirli anahtar. Sert emirlerle  değil, şefkatli eller olup uzanın yavrularımıza. Onlar size emanet. Onlar bu vatanın geleceği. Onlar geleceğin işlenmemiş hamurları. Sizin ellerinizde şekillenecek. Onlar geleceğin fidanları. Sizin maharetinizle gül verecek. Ya da kaktüs dikeni olup ellerimize yüreğimize saplanacak.
Öğretmenler Günü size bize çocuklarımıza vatanımıza milletimize kutlu olsun. Tüm insanımız bu kutlu günde mutlu olsun.


Meryem ŞAHİN - Kasım  2013